10 Mayıs 2016 Salı

BİZİM İŞİMİZ KRİZ ( OUR BRAND IS CRISIS )


David Gordon Green'in yönetmenliğini üstlendiği Bizim İşimiz Kriz (OurBrand is Crisis), 2005 yılında Rachel Boynton tarafından aynı isimle çekilen belgeselin kurgusal bir şekilde uyarlandığı film olarak 2015 yılında çekildi. Başrollerinde Sandra Bullock, Zoe Kazan, BillyBobThornton, AnthonyMackie gibi isimlerin yer aldığı film bir grup Amerikalı politik danışmanın Bolivya başkanına seçimleri tekrar kazanabilmesi için yardım edişini konu alıyor. Filmin yapımcılığını ise George Clooney üstlendi.

Bizim İşimiz Kriz filmi daha önce çekilmiş olan belgeselden yola çıkılarak yapıldı demiştim. Bu belgeselde anlatılan, daha sonrasında filmin de anlattığı hikaye gerçek bir olaya dayanıyor. Bu olay 2002 yılında Bolivya Başkanı Gonzalo Sanchez De Lozada’nın ikinci kez aynı unvan için seçime girerken Amerikalı bir politik bilimci olan James Carville’ı yardımına çağırması olarak ön plana çıkıyor. Filmde buna benzer rolü Sandra Bullock, Jane Bodine karakteriyle canlandırıyor. Sandra Bullock ve Billy Bob Thornton kendi adaylarının başkanlık seçimini kazanması için var gücüyle mücadele ediyor. Usta oyuncu Billy Bob Thornton Pat Candy rolünü canlandırıyor. Jane Bodine’in politik danışmanlık yaptığı aday despot ve baskıcı müdahaleleri sonucu insanların ölümüne sebep olan eski başkan Castillo. Pat Candy’nin danışmanlık yaptığı aday ise dinamik ve halk tarafından daha fazla sevilen Rivera.
    Jane Bodine alkol ve depresyon sorunları olan bir karakter. Yıllarca politik danışmanlık yaptıktan sonra emekliye ayrılıp iki dağın arasındaki bir kulübede yaşıyor. ABD yetkilileri Jane’in ailesinin olmadığı ve kariyerinin kötü bir şekilde bittiğini gördükleri için kaybetmeleri durumunda başarısızlığı Jane’e yükleyebilecekleri için risksiz bir seçim olduğunu düşünerek Bolivya’daki seçimlerde danışmanlık için Jane’in kapısını çalıyor. Jane başta istekli olmasa da ona gösterilen gazete fotoğrafında Pat Candy (Billy Bob Thornton) karakterini görüyor. Pat’e daha önce 3 ya da 4 kez seçim kaybeden Jane ona meydan okumak için, idealist biri olduğundan destekleyeceği adayın profili çok iyi olmamasına rağmen işi kabul ediyor. Yani işi kabul etmesinin altında kişisel sebepler yatıyor. Jane seçimi kazanmak için korku siyasetinin teşvik edilmesini söylüyor ve Bolivyalıları bir kriz yaratmak için ikna ediyor. Bu yarattığı kriz neticesinde başarılı oluyor ve seçimi adayına kazandırıyor.
Film Pat ile Jane’in kişisel mücadelelerini anlatma açısından zayıf kalıyor. Seçimler, siyaset, kahramanlık, propaganda, dünyada işler nasıl yönetilir gibi konuları işleyen Bizim İşimiz Kriz filmi Başkanın Adamları( WagtheDog) filmiyle de benzerlik gösteriyor. Tabi Başkanın Adamları üst düzey bir film olmasına karşın Bizim İşimiz Kriz onun yanında sönük bir film kalıyor. Bizim İşimiz Kriz, evrensel bir oyunun farklı sahnelerde nasıl da aynı senaryo ile sergilendiğini hissettiriyor.
 Politikanın ahlaki açıdan ne kadar yoz olduğunu vurgulayan film politikanın aslında bir yalandan ibaret olduğunu, her şeyin aslında bir şirket gibi yönetildiğini, bu işin içindeki insanların da zamanla hırslarının esiri olarak bu oyuna dahil olduklarından bahsediyor. Mutlak zenginlik ve güç için başkalarına zarar vermeye başladığınızda oyuna dahil oluyorsunuz. Jane karakteri başta bunu kendine itiraf edemese de filmin sonuna doğru Pat ile sohbet ettiği bir sahnede Pat’in ona söyledikleri ile bununla yüzleşiyor. Geçmiş seçimlerin birinde Jane her yolu mubah gördüğü için rakip adayın kızının uyuşturucu bağımlısı olduğunu kampanyasında kullanıyor, kız bundan dolayı intihar ediyor. Bu intihara aslında Jane sebep olmasına rağmen bu olay etrafta Jane’inde manipüle etmesiyle Pat’in ne kadar hırslı olduğu şeklinde yayılıyor. Pat, sırf adayının kazanması için kendi adayının kızını intihara sürüklemiş gibi gözüküyor. Pat bunu açıkça hiç yalanlamıyor. Jane’e filmin sonuna doğru sohbet ettikleri sahnede neden yalanlamadığını açıklıyor. Jane’in yüzüne karşı gerçekleri vuruyor. Pat, JaneBodine’e, politik danışman olmasına karşın kendisini diğer politik danışmanlardan farklı gördüğünü, onlara aşağılayarak baktığını, aynı yozlaşmış şeyleri kendisinin de yapmasına karşın kendini erdemli ve diğer politik danışmanlardan yüksekte gördüğünü anlatıyor. Filmde seçimi kazandırdığı Castillo, IMF ile anlaşıp anlaşmamak için referanduma gideceğini seçim boyu söylese de seçimi kazanınca hemen IMF ile anlaşıyor. Normalde bir seçimi daha arkasında bırakması gereken, başarılı gözüken Jane arabanın içinde havaalanına giderken eylem için sokağa dökülen insanları görüyor. Bu sefer arabadan iniyor. Yaptığı iş neticesinde depresyonda olan bir karakter olan Jane bundan sonra daha iyi amaçlar için çabalamak istiyor.

Seçim kampanyaları nasıl manipüle edilebilir sorusuna cevap niteliğinde olan film, dünya üzerindeki tüm ülke vatandaşlarının izlediğinde kendi ülkelerini hatırlayacakları bir film esasında. 


F.T. 

2 Mayıs 2016 Pazartesi

BAŞKALARININ HAYATI [Das Leben der Anderen]

  
Politikanın kol gezdiği 2006 yapımı Das Leben Der Anderen filmi Florian Henckelvon Donnersmarck tarafından yazıldı ve yönetildi. En iyi Yabancı Film Oscarı’na da sahip olan filme çeşitli önemli festivallerden de ödüller verildi ve film toplamda 58 ödül kazandı.
1984-1991 arası Almanya’sını anlatan film izleyiciye doğu ve batı Almanya arasındaki farkı sağlam bir gerçeklikle sunuyor. Doğu Almanya’ya Sovyetler Birliği hakimdi. Batı Almanya ya da Federal Almanya ise ABD, Birleşik Krallık ve Fransa kontrolü altındaki bölgede kurulmuş devletti. Film aslında Berlin Duvarı’nın ortaya koyduğu bu keskin ayrımın yanında doğu yönetiminin en ortasında birisinin batılılaşmasından da bahsediyor. Yani Doğu ve Batı Almanya arasındaki keskin ayrıma rağmen içerde bulunan insanlar farklı davranış gösterebiliyor. Film için söylenebilecek en önemli cümlelerden biri de “Güç, yozlaşmayı, mutlak güç, mutlak yozlaşma getirir" cümlesidir. Bulunduğunuz tarafın size ne dikte ettiği değil sizin nasıl hissettiğiniz ve nasıl yönlendiğiniz meselesine parmak basıyor Başkalarının Hayatı.

     Filmin konusuna bakacak olursak olaylar 1984 yılında başlar ve Berlin Duvarı'nın yıkılmasından ve iki Almanya'nın birleşmesinden iki yıl sonra sonra, yani 1991 yılında biter. Totaliter rejimin korunabilmesi için devlet ülkede Stasi adında çok güçlü ve yaygın bir güvenlik ve istihbarat ağı kurmuştur ve bünyesinde yüzbinlerce istihbarat elemanı çalıştırmaktadır. Bunlardan biri de aynı zamanda bu örgütün akademisinde dersler de veren üst düzey kıdemli eleman Yüzbaşı GerdWiesler'dir. Stasi için Doğu Almanya Devlet Güvenlik Bakanlığı diyebiliriz. Stasi, Doğu Berlin’den yönetilmekteydi. Totalitarizmde bireysel özgürlüklere izin verilmez ve bireyin yaşamının tüm alanları devlet kontrolüne bırakılır. İşte bu kontrolü Stasi sağlıyordu. Tekrar filme dönecek olursak, Wiesler'e akademiden sınıf arkadaşı ve şimdiki amiri Yarbay Grubitz'lebirlikte davet edildikleri oyunun galasında, Kültür Bakanı BrunoHempftarafından rejim muhalifi olabileceğinden kuşkulanılan oyun yazarı Georg Dreyman'ıtakibe almaları görevi verilir. Aslında Dreyman sanatçılar arasında rejime en sadık olanıdır. Kültür Bakanı’nın Dreyman’ı takibe aldırmasının altındaDreyman’ın tiyatrocu sevgilisine aşık olması yatar. Weisler ekibiyle birlikte yazarın evine dinleme cihazları yerleştirir. Binanın çatı katına da tam teşekküllü bir dinleme istasyonu kurar. Evin çatısında kamp kurmuş olan Weisler artık 24 saat Dreyman'ın hayatının içindedir. Yazarın her konuşmasını kaydeder, her alışkanlığını not eder. Başlarda rejime bütün kalbiyle bağlı olan Dreyman uyuşturucu ilaç alışkanlığı olan kız arkadaşına şantaj yapılarak Bakan Hempf'le cinsel ilişkiye zorlanması ve yedi yıldır iş verilmeyen muhalif sahne yönetmeni arkadaşının intihara sürüklenmesi üzerine Batı Almanya'da çıkan Der Spiegel dergisine isimsiz bir yazı yazar. Bu yazı üzerine çileden çıkan yetkililerin Dreyman hakkındaki kuşkuları artar. Ancak çiftin hayatına çok fazla girmiş olan Yüzbaşı Wiesler, artık empati kurmaya başlamıştır, yazar evde yokken eve girer onun okuduğu kitapları alır okur vb. İhbar etmek şöyle dursun artık elinin altındaki teknik imkânları da kullanarak çifte yardım bile etmeye başlar. Artık Wiesler bir anlamda yazarın koruyucu meleği olmuştur. Mesela Dreyman'a yazılarını yazması için Batı Almanya'dan gizlice gönderilmiş minyatür daktiloyu (Doğu almanya'daki bütün daktilolar kayıt altındadır ve hangi yazının kimin daktilosundan çıktığı hemen anlaşılabilmektedir) sakladığı yeri kız arkadaşına zorla söyleten Stasi eve baskın yapar ama yazı makinesini yerinde bulamazlar, çünkü evi 24 saat dinleyen yeni koruyucu melek onu alıp saklamıştır. Nihayet Wiesler'in ihanetini sezen ama elinde kesin kanıt olmayan Yarbay Grubitz onu görevden alır ve ceza olarak angarya bir iş olan mektupların gizlice açılıp kontrol edildiği bir bölüme verir. Aradan 4 yıl geçmiştir, Berlin Duvarı yıkılır, iki Almanya birleşir. Stasi'nin bütün arşivleri halka açılır. Bu arşive başvuran yazar Dreyman hakkında tutulan belgeleri okudukça kendine yardım eden insanın Wiesler olduğunu öğrenir, onu arar bulur ama onunla konuşamaz. "İyi Bir İnsan İçin Sonat" adını verdiği yeni kitabını kod adıyla ona ithaf eder.
Kitabı bir kitapçıda görüp bir kopyasını satın alan Wiesler bu ithaf satırını görür görmez yıllar önce yapmış olduğu iyiliğin farkına varılmış olduğunu anlar.
“Filmi izledikten sonra kafanızda bazı sorular da beliriyor.
Christa-Maria; sanatını icra edebilmek için ruhunu güvenlik bakanlığına satmış olan bir sanatçı. Peki, bu onu, işbirlikçi mi yapar, daha mı çok sanatçı? Sanatçının, sanat yapabilmek için göze aldıkları nelerdir, bu onu kendisi gözünde daha gerçek sanatçı yapar mı?
Diğer tarafta, sevdiği bir adam var. Dreyman, olan bitenin farkında olmasına rağmen, sevdiğinden vazgeçmeyen bir aşık. Sanatı ve aşkı terazinin iki kefesine koysak, hangisi ağır basardı?
Ve Wiesler, Dreyman piyano çalarken, gözyaşları yanaklarından süzülen Wiesler, bir gün önce cesaretini toplayıp, sevdiği kadınla konuşurken, ertesi gün onu sorgulamak zorunda kalan Wiesler, aşkı için kariyerini bitiren Wiesler, elleri kanlı, geride durmak zorunda kalan Wiesler. Değişimini, bir iç burukluğuyla izlediğimiz Wiesler. Hangisi daha çok aşık, Dreyman mı, Wiesler mı?
 Onca baskı altında yaşamak, insanların kendilerini ifade ediş biçimlerini kısıtlamak ve sanatçıları intihara götüren bir trajedi ortamı.”

“Baskı düzeniyle uzlaşmak da filmin diğer bir hikayesi. Ünlü aktrist Christa Maria Sieland bu ikilemin tam ortasındadır. Bir taraftan güçlü bir politikacı olan bakanın metresliğine mecbur kalmakta, bir taraftan da sevgilisi yazar Georg Dreyman ile birlikte olmaktadır. Bir akşam sevgilisi ona “Gitme!” dediğinde bu ikilemi onun yüzüne vurur. Yazar Georg da, sistemle uzlaşmak için “uyumlu” eserler yazmakta, güç odaklarına şirin gözükmeye çalışmaktadır, bunun Christa’nın bakanın isteklerini karşılamasından ne farkı vardır? Film sadece Alman sineması değil, dünya sineması için de çok değerli. Baskı dönemlerini anlatan, bunu da gerçekçilik ve drama etkisini de katarak veren harika bir film.”
F.T.