26 Mart 2016 Cumartesi

OBLIVION



   Joseph Kosinski’nin 2013 yılında çektiği, Tom Cruise’un oynadığı Oblivion post apokaliptik bir film olarak öne çıkıyor. Filmde muazzam görüntüler olsa da çok başarılı bir yapım değil. Basite kaçmalar oldukça fazla. Tom Cruise’un canlandırdığı Jack’in dünyasını ve ruh halini iyice özümsüyoruz. Ne için mücadele edilmesi gerektiğini anlatan film bu mesajları verme açısından başarılı. Dediğim gibi mantıksal hatalara çok dikkat edilmezse keyifli bir bilim-kurgu filmi diyebiliriz. Filmin başkarakteri bir arayış içindedir. Özgürlük arayışı, eski dünya arayışı, özneleşme ve benlik gibi kavramları film boyu izleriz.
 Konusuna gelecek olursak, “2077 yılında görünürde; teknisyen ve asker Jack Harper dünya üzerinde konuşlu küçük merkezlerde görevli tamircilerden birisidir. 49 numaralı merkez kulededirler. Yanında iletişim subayı Vica (Victoria) ile birlikte çalışmaktadır ve aynı zamanda aşk yaşamaktadırlar. Jack, Dünya'nın 60 yıl önce Sıkeyv (Scavengers-Scavs) adı verilen uzaylı istilacılar ile yapılan savaş sırasında yıkıldığını bilmektedir. Sıkeyvler ile yapılan savaş esnasında kullanılan nükleer silahlar nedeniyle uzaylılar yenilmiş ama Dünya harap olmuş, radyasyonlu bölgeler oluşmuştur. Sıkeyvler Ay'ı vurup parçalamış, bunun sonucunda oluşan deprem ile tsunamilerden dolayı Dünya yaşanılmaz bir yer haline gelmiştir. Dünyada kalan son insanlar Saturn'un uydusu Titan'a yerleşmiştir. Dünya yörüngesine yerleştirilmiş Tet adlı merkez ise Titan'a gönderilmeden önceki son duraktır ve Dünya'daki İHA'ları (İnsansız Hava Aracı) ve Jack'in de bulunduğu küçük merkezleri yönetmektedir. Okyanus üzerine yerleştirilen dev türbinler okyanus suyunu Titan'da yaşayanlara enerji kaynağı olarak iletmek üzere çekmektedir. İHA'lar bu türbinleri korumakta ve sayıları azalmış Sıkeyvleri avlamaktadır. Tet ile her gün Sally adlı görevlinin aracılığıyla bağlantı kurarlar. Jack ve Vica'nın hafızaları güvenlik amacıyla silinmiştir. Geçmişe dair hatırladıkları hiçbir şey yoktur. Ancak Jack sürekli garip rüyalar görmektedir. Bu rüyalarda eski Dünya'da - New York'ta yaşadığını ve anılarında bir kadının olduğunu görmektedir. Diğer taraftan, Jack, savaşı kazanmalarına rağmen Dünya'yı Sıkeyvlere terkedip Titan'a gitmelerine anlam verememektedir. Dünya'da yaşanılabilir yerler keşfetmiş hatta bir dere kenarında bir ev inşa etmiştir. Enkazlardan kitap ve plaklar toplamakta, gizlice kitaplar okumaktadır.
Ancak bu yaptıklarını partneri Vica'dan saklamaktadır, çükü Vica'nın Dünya'nın yaşanabilirliğini duymaya bile tahammülü yoktur. Tek istediği görevlerini tamamlayıp hemen Tet'e oradan da Titan'a gitmektir. Jack'in kendisiyle küçük kulelerinden aşağıya-Dünya'ya inmesini istemesine bile kızmaktadır. Bozulan İHA'lara helikopter benzeri bir araçla ulaşan Jack onları tekrar uçar hale getirmektedir. Bir gün Sıkeyvler ona tuzak kurarlar ve yakalamaya çalışırlar. Jack'i bir İHA kurtarır. Ancak Jack Sıkeyvlerin kendisini neden öldürmeyip de canlı yakalamaya çalıştıklarına anlam veremez. Vica'dan gizli olarak inşa ettiği eve gider. Plaklar dinler, kitaplar okur. Bu esanada uzaydan Dünya'ya düşen bir araç görür. Tet komuta merkezinin ikazlarına rağmen olay yerine gider ve NASA'nın 60 yıl önceki teknolojisine ait bir uzay mekiğinin enkazı ile karşılaşır. Uyku kapsülleri içindeki insanlar etrafa saçılmıştır. Bunlardan birisinin rüyalarına giren kadın (Julia Rusakova) olduğunu görerek şaşırır. Bu arada Tet'in gönderdiği İHA'lar uyku kapsüllerine ateş açar ve Jack'in canı pahasına koruduğu kadın dışındaki insanlar ölür. Jack, kadını Tet'e haber vermeden kendi küçük kulelerine götürür. Vica kadını içeri sokmaz istemez ama Jack'e karşı koyamaz. Kadın sadece adının Julia olduğunu söyler, mekiğin kara kutusunu dinlemeden bir şey söylemeyeceğini söyler.
Jack, Vica'nın karşı koymasına rağmen Julia'yı enkazın olduğu yere götürür, mekiğin kara kutusunu buldukları sırada Sıkeyvler onları yakalar. Jack'i Sıkeyvlerin lideri Malcolm Beech sorgular. Jack onların uzaylı olmadığını insan olduklarını öğrenir. İHA'lara yakalanmamak için maskeler takmaktadırlar. Beech onlara gereçeklere anlatır. Gerçekte; 60 yıl önce Tet adı verilen devasa makine Dünya'ya yaklaşmış ve Ay'ı parçalamıştır. Tet, gezegenleri dolaşıp enerjilerini kurutan akıllı bir makinedir. Ay'ın parçalanmasıyla meydana gelen tsunami ve depremler insanları mahvetmiştir. Daha sonra Tet'ten gönderilen birçok uzay gemisinin içinden binlerce Jack Harper kopyası çıkmıştır.
Hepsi öldürmeye programlanmış klonlardır. İnsanlar savaşı kaybederek yeraltına çekilir. Tet daha sonra türbinleri göndermiş, İHA'lar ve Jack'in teknisyen kopyaları ile onları korumaya almıştır.
 İnsanlar ise çaresizdir. Akıllarına gelen son mücadele ise, yakaladıkları İHA'ların nükleer bomba gücündeki yakıt çekirdeğini yörüngede dönen Tet'e göndererek patlatıp Tet'i yok etmektir. Ama İHA'ların elektronik beyinlerine girecek teknolojileri yoktur, bunu Jack'e yaptırmak istemektedirler. Çavuş Sykes başta olmak üzere Julia'yı öldürmekle tehdit ederler ama Jack yine de bunu yapmaz. Bu arada Vica, Tet'le birlikte Jack'i aramaktadır. Jack ise Julia ile Empire State binasının enkazına gider, orada Julia'nın aslında karısı olduğunu, rüyalarında gördüğü anın karısına evlenme teklif ettiği an olduğunu hatırlar. Kendisi ve karısı NASA'nın astronotlarıdır. Ama yine de Tet'in kendilerini nasıl kopyaladığını anlayamaz. Vica'nın gönderdiği araç Jack'i bulduğunda Julia ile samimi görünce Vica buna kızar. Kuleye geldiklerinde Jack'i ve Julia'yı içeri almak istemez. Ama Tet, Jack'in artık birçok şeyi bildiğinin farkındadır ve bir İHA ile saldırı düzenler. Vica ölür, Jack'i Julia kurtarır. Tet, Jack'e Julia'yı kendisine getirirse bir şey yapmayacağını söyler. Jack bunu kabul etmez, tekrar Malcolm'a gitmek ister ama İHA'lar onları düşürür. İHA'yı tamir etmeye gelen 52 numaralı kuleden gelen başka bir Jack Harper klonunu görür. Onu etkisiz hale getirir ve onun aracıyla Julia'yı kurtarır.
Jack, Malcolm'un yakaladığı İHA'ya bombaları yerleştirir ve onu programlar. Bunu Tet'e gönderecekleri sırada İHA'lar insanların saklandıkları sığınağı bulur. Çatışmada Malcolm ağır yaralanır. Programlanmış bombalı İHA kullanılamaz hale gelir. Bunun üzerine Julia kendisini Tet'e götürmesini söyler, çünkü zaten Tet, Julia'yı istemiştir. Jack Mecburen kabul eder. Uyku kapsülüne Julia'yı yatırır ve küçük araçla yörüngedeki Tet'e doğru havalanır. Yolda NASA'nın uzay mekiğinin kara kutusunu da dinler. (Kara kutuya göre 60 yıl önce kumandan Jack Harper ve yardımcısı Victoria Olsen birer NASA astronotudur. Bir uzay mekiğiyle Dünya'ya yaklaşan cisme keşif uçuşu yapmaktadırlar. Bu cisim Tet'tir. Julia uyku kapsüllerindeki astronotlardan biridir. Tet'in ne olduğunu anlayamazlar ve Tet onları içine doğru çeker. Bu esnada Jack, delta uykusunda uyuyan diğer astronotları mekikten ayırarak, Dünya yörüngesine gönderir. Bu arada Victoria'nın Jack'e olan özel ilgisi ortaya çıkar, Victoria ve Jack, mekikler beraber Tet tarafından içine alınır.) Tet, yanında bir uyku kapsülü ile gelen Jack'e güvenmez, asıl amacını sorar ve cevaplardan tatmin olmaz. Ancak Jack'in insan türünün devam etmesi için Tet'in Julia'yı yaşatması gerektiğini söyleyince, Tet küçük aracı içeri alır. Jack, nihayet Tet'in beynine girmiştir. Binlerce Vica ve Jack klonunu görür. Uyku kapsülüne Julia yerine Malcolm girmiştir. Malcolm zaten 60 yıldır Tet'i görebilmek için canını bile vermeye hazırdır. Aldatıldığını gören Tet öfkelenir. Ancak Jack, nükleer bomba düzeneğini hemen aktif hale getirir. İHA'lar müdahalae etmek istese de artık çok geçtir. Jack ve Malcolm bombayı patlatırlar. Canları pahasına Tet'i yok ederler.
Patlamadan üç yıl sonra, Jack'in dere kenarında inşa ettiği evde Julia ve Jack'ten olma 2 yaşlarındaki kızıyla yaşamaktadır. Bir sabah aniden Çavuş Sykes ve eşi ile sığınaktaki diğer insanlar ortaya çıkar. Tet'in yok olmasıyla maskeler takmaksızın rahatça dış dünyaya çıkabilmişlerdir. Ancak aslında onları bu yaşanabilir yere getiren, 49 numaralı Jack'in etkisiz hale getirip bıraktığı 52 numaralı Jack Harper'dır. Diğer bir klon olmasına rağmen her şeyi hissetmektedir. Onun da Julia ile ilgili anıları kalmıştır. Julia'yı ve evi bulmak için 3 yıl dolaşmış ve sonunda kendisine göre kızını ve karısını tekrar bulmuştur. “
 "tet'in yalanı, insanları hiç görmediği kişilere düşman ederek savaş korkusu vererek kendine hizmet etmesini sağlamak. bunu yaparken insanlara en iyi standartları sağlamak. kadın ve erkek tam bir amerikan rüyasını yaşıyorlar. evleri mükemmel ve güzel bir işe sahipler. aşağıda ise teröristler var ve bu yaşam tarzına düşmanlar. aslında kim ve ne olduklarını kahramanımız bile bilmiyor. tet, bu mükemmel hayatı sağlarken diğer yandan dünyanın doğal kaynaklarını sömürüyor ve bunu yaparken victoria ve jack'ten yardım alıyor. görüldüğü gibi insanoğlu bu yalana inanarak kendi kendinin sonunu hazırlıyor. victoria karakteri bu mükemmel yaşamdan kopmak istemiyor. aslında jack'in de bazı şüpheleri var ama kendi gözleriyle görünce inanmak durumunda kalıyor.


 jack'in o mükemmel evden başka doğanın içinde bulunan, sağdan soldan topladığı eşyalarla kurduğu bir evi daha var. yıllarca banka kredisi ödemeden sahip olabileceği türden bir ev. filmin sonunda dünyayı ve insanoğlunu sömüren tet, bomba ile patlatılarak yok ediliyor tıpkı fight club'daki bankalar gibi. artık insanoğlu özgür, taksitleri için endişelenmeden doğa ile baş başa yaşayabilir"

20 Mart 2016 Pazar

Patch Adams'dan Robin Williams'a

 Tom Shadyac’ın yönettiği 1998 yapımı Patch Adams gerçek bir hikayeyi anlatıyor. Hunter Doherty "Patch" Adams "hayata renk katarak" mizah yoluyla tedaviye katkıda bulunmayı amaç edinmiş Amerikalı bir doktor. Tüm dünyanın sağlık sisteminin ve anlayışının kanayan yarasına parmak basan filmde Patch Adams’ı Robin Williams canlandırıyor. Patch Adams burnu havada doktorlardan değil. Hastalarının seviyesine iniyor, onlarla empati kuruyor, dünyaya onların gözünden bakıyor.

   Film, Patch Adams’ın intihara teşebbüs ettikten sonra akıl hastanesine yatmasıyla başlar. Orada bir akıl hastasına yardım eden Adams, doktor olmaya karar verir ve akıl hastanesindeki iki senenin ardından tıp fakültesine gider. Birinci sınıfların hastaneye girmesi yasakken Patch Adams, hastaneye sık sık girer ve hastalara düzenin koruyucusu doktorlardan daha farklı davranır. Bu farklı davranma durumundan dolayı sürekli uyarılar alsa da tıp fakültesinin en başarılı öğrencisi olarak da dikkat çeker. Uyarılara kulak asmayan Adams, düzen içinde doktorluk yapmak istemez. Arkadaşlarıyla birlikte kendi hastanesini kurmak ister. Herkesin “insan” olduğu, kimseden ücret alınmayan hayallerinin hastanesini başından geçen onca zorluğa rağmen kurar. Hastaneyi kurma aşamasında sevgilisi öldürülür. Yamacın başına gider, intihar etmesini bekleriz. Yamacın başı, hayatın sonudur. O sırada omzuna bir kelebek konar ve yaratıcıya isyan etmek yerine kaderci bir bakış açısıyla yaşama tutunur. Ümitvar ruh halini korur. Patch Adams insana umut aşılayan filmlerden biridir. Önemli olanın titrler değil insan olduğunu göze sokarcasına vurgular. Dante şöyle der; yaşam serüvenimin ortasında kendimi bir karanlık ormanda buldum, çünkü doğru yolu kaybetmiştim.

    Peki, hayatı boyunca umut veren, yaşam sevinci olan rollerde oynayan Robin Williams neden intihar eder? Jung 4 arketipten bahseder: Persona, Anima ve Animus, Gölge, Ben. Persona, maske anlamına gelir. Bizi topluma görünmek istediğimiz şekilde sunar. Gölge ise insanın temel içgüdülerini içerir. Robin Williams personası ile gölgesi arasında uçurum olan bir insandı. Zengin bir aileden gelen Robin Williams öğrencilik yıllarında akıllı ve çalışkan bir öğrenciydi. 63 yaşında intihar eden oyuncu yaşamı boyunca üç şeye karşı mücadele verdi: Alkol, kokain ve depresyon. Oğlu doğduğunda kokaini bıraktı, alkolü 20 yıl bıraktı ve ayık kaldı. 2004 yılında Alaska’da bir film çekimi sırasında minik bir viski şişesini açarak alkole tekrar başladı. Bu bir anlık sapma bir hafta içinde alkolikliğinin tam olarak nüksetmesine yol açtı. Yirmi yıllık ikinci karısından boşanmasına yol açan bu büyük geri adımdan sadece rehabilitasyon merkezine yatarak kurtuldu. O şamatacı, içi içine sığmayan, kontrol edilemeyen enerjisinin temelinde depresyon her zaman vardı. Depresyondan mustarip pek çok kişideki gibi o çılgın imajıyla bu karanlığı olabildiğince bastırmaya çalıştı. Para, başarı, şan, şöhret… Sadece Robin Williams’ın sanatına değil sanatının ona kazandırdıklarına baktığımızda da aktörün ölüm haberi anlaşılmaz geliyor.

 Başta Patch Adams olmak üzere birçok filminde her şeye rağmen hayatın yaşanabilir ve güzel olduğunu, en umutsuz anlarda bile karamsarlığa kapılmamak gerektiğini, bir tebessümün çok şey değiştirebileceğini öğütleyen Robin Williams, ağlayan palyaço hikayesini en sert şekilde yüzümüze vurarak aramızdan ayrıldı. 11 Ağustos 2014 tarihinde Kaliforniya'daki evinde ölü bulundu. Yapılan soruşturmanın sonunda kendisini asarak öldürdüğü anlaşıldı. Tamamen ayık bir şekilde intihar ettiği ortaya çıktı. Williams'ın eşi Susan Schneider, Robin'in ölümünden bir süre önce parkinson hastalığının ön safhasında olduğunu öğrendiği ve bu nedenle depresyona girdiğini belirtmişti. Cenazesi 12 Ağustos'ta yakıldıktan sonra külleri San Francisco Körfezi’ne döküldü.
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                          F.T.

8 Mart 2016 Salı

OTOMATİK PORTAKAL FİLM ÇÖZÜMLEME



1971 yılında sinema tarihinin en iyi yönetmenlerinden biri olan Stanley Kubrick tarafından , Anthony Borges’in aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan “Otomatik Portakal” ; post-endüstriyel dönem İngilteresi’nde var olacağını öngören şiddetli kaos ortamını betimleyen ve mevcut sisteme de birçok yönden eleştiri sunan fütüristik bir başyapıt.

Daha önceki filmlerinde de karamsar gelecek öngörülerine, manik kişiliklere, çekincesiz sistem eleştirilerine ve distopik dünyalara yer veren usta yönetmenin bu filmi , tüm bunları tek bir filmde harmanlıyor oluşu ile diğer filmlerinden ayrı bir konumda yer almaktadır.

  OTOMATİK PORTAKAL FİLM ÇÖZÜMLEME

                                                    GİRİŞ
Dünya sinema tarihinde mükemmelliyetçi yaklaşımı , teknik kusursuzluk arayışı ve ince ayrıntıcılığı ile bambaşka bir yeri olan Stanley Kubrick’in bu en önemli eserini, onun anlatım tekniği çerçevesinde inceleyecek , gerek mizansen ve gerekse kamera kullanımında yaptığı seçimlerin filmin temasına ne gibi katkıları olduğunu açıklamaya çalışacağım.
YÖNTEM
Giriş kısmında da belirttiğimiz üzere ; mükemmelliyetçiliği ve filmlerinin her planını uzun uzadıya tasarlayışı ile kendine has bir sinema anlayışı olan Kubrick’in bu filmini çözümlerken , mizansen , bilişsel ve auter eleştiri yaklaşımlarının çözümleme anlayışlarından faydalanacağım.
STANLEY KUBRİCK SİNEMASI
13 yaşından itibaren fotoğrafçılık ile ilgilenen,  17 yaşında da Look dergisinin fotoğrafçılarından biri olan Kubrick, sahip olduğu bu görsel yeteneği 1953′te ilk uzun metraj filmi ”Fear and Desire” ile sinemada da göstermek üzere yönetmenlik kariyerine başlamıştır.
Kırkaltı yıllık upuzun sinema kariyerinde toplamda on üç filme imza atan Kubrick , beşinci uzun metraj filmi olan “Spartacus”ün ardından müdahale edemeyeceği filmleri yönetmeyi reddetmiş ve kendi sinemasal üslubunu yaratmaya girişmiştir.
Kariyerinin bu ikinci döneminde dram, korku, bilimkurgu ve kara film gibi farklı türlerde birçok başyapıta imza atan yönetmen, el attığı her türü mükemmelleştirmiş ve çektiği her film ile birlikte gerek sinema sanatına ve gerekse sinema tekniğine yeni bir şeyler kazandırmıştır.
Her şeyden evvel filmlerinde teknik kusursuzluğa erişmeye çabalayan, her plan üzerinde günlerce ve hatta haftalarda kafa yorup, sette ise bunu birçok tekrar çekimi ile sürdüren titiz yönetmen, filmlerinin tüm yapım aşamasının başından sonuna dek bulunarak tamamıyla kendine has eserler ortaya koymaktadır.
Filmlerinde müzik kullanımına, sanat ve görüntü yönetime özellikle dikkat eden Kubrick’in sinemasında insan gözünün yakın plan çekimlerinin, sakin kamera hareketlerinin, kaydırmalı çekimlerin ve geniş açılı objektif kullanımının özel bir yeri vardır.
Bunun yanı sıra aşırı tekrarlar ile oyuncuyu yorgun düşürüp, oyuncunun bu ruh halindeki performansından faydalanan kendine has bir oyuncu yönetim tekniği geliştirmiş ve filmlerinin dağıtım sürecinde de aktif bir rol alarak yönetmenlik kavramına da farklı bir yaklaşım getirmiştir.
Kendini özel kılan bu birçok özelliği ile Kubrick ; günümüzde sinema tarihinin en iyi yönetmenlerinden biri olarak değerlendirilmekle birlikte, kendinden sonraki birçok yönetmene ilham kaynağı olmuş ve hala olmaktadır.
FİLM ÖYKÜ
Film; suç işlemekten ve Beethoven dinlemekten keyif alan Alex’in başından geçenleri çizgisel bir anlatım ile izleyiciye sunuyor. Hırsızlıktan, şiddetten ve tecavüzden ciddi bir keyif duyan ve bunu çeşitli nedenlere bağlı olmaksızın sadece keyfiyen yapan Alex, birlikte geceleri bu eylemleri gerçekleştirdiği çete arkadaşlarıyla liderlik arzusu sebebiyle bir gün ters düşer ve arkadaşları onu birlikte yaşlı bir kadını soymaya gittikleri vakit polise ihbar ederler.
Alex , hırsızlık için girdikleri bu evde , kadını öldürür ve oradan kaçarken arkadaşlarının oyununa geldiğini farkeder. Ancak vakit çok geçtir. Alex yakalanır ve hapse atılır. Bu sırada hükümette yaklaşan seçimler öncesinde suçluları azaltma projesi için çalışmalara başlamakta ve bu projede uygulanacak Ludovico tekniğini kabul edecek denekler aramaktadır. Alex mahkumlar arasında bu söylentileri duymuş ve oradan bir an önce kurtulmak için hapishane rahibinin gözüne girmeye çalışır.
STANLEY KUBRICK
STANLEY KUBRICK

Bir gün İçişleri Bakanı hapishaneyi ziyaret eder ve Alex cesur tavırlarıyla Bakan’ın dikkatini çekerek tekniğin uygulanması için denek olarak seçilir. Hemen ertesi gün araştırmanın yapıldığı kliniğe sevk edilerek uygulamaya tabi tutulur. Pavlov kanunlarına benzeyen bu Ludovico tekniğinde Alex’in vücuduna çeşitli cisimler takılarak bir koltuğa sabitlenir ve Beethoven eşliğinde uzun bir süre kavga, tecavüz ve cinayet sahneleri seyrettirilir. Bir noktadan sonra tüm izlediği görüntülere karşı bir tepkime geliştiren Alex’in tedavisi olumlu sonuç verir ve on beş günün sonunda bir hükümet yetkililerinin yaptığı bir tanıtım gösterisinin ardından serbest bırakılır.
Ancak,  Alex geri döndüğünde her şey değişmiştir. Ailesi onu istemez. Odasını bir başka gence kiralamışlardır. Odasına yerleşen genç ile kavga etmeye kalkışır ancak tedavi anında kendini belli eder ve bir bulantı kaplar içini. Kavga etmek istesede buna kalkışamaz. Dışarı çıkar ve yolda hapse girmeden önceki bir gece dövdüğü yaşlı bir dilenciye rastlar. Yaşlı adam onu tanır ve onu tartaklar. Alex yine karşılık veremez. Yaşlı dilenci onu diğer yaşlı arkadaşlarının yanına götürür ve hep birlikte Alex’i döverler. Bu sırada onları ayırmaya birkaç polis gelir. Alex bu polisleri tanımaktadır. Eski çete arkadaşları polis olmuş , şiddeti artık bu şekilde uygulamaya başlamışlardır. Alex ile karşılaştıklarında onu alır ve şehirden uzak bir yere götürerek döverler.
Alex yediği bu dayağın etkisi ile en yakında bulduğu bir eve sığınır. Bu evde, hapse girmeden önceki bir gece çete arkadaşları ile gelip bir kadına yazar eşinin önünde tecavüz ettikleri evdir. Yazar o gün yüzlerinde maske olduğu için başta Alex’i tanımaz onun istirahat etmesine müsaade eder. Yedirir, içirir. Amacı politik bir dava için Alex’i hükümete karşı kullanmaktır. Ama sonradan Alex’in banyoda mırıldandığı şarkıdan onu hatırlar ve ona gazeteden öğrendiği zaafı; Beethoven’un Dokuzuncu Senfonisi ile işkence eder. Terapi sırasında Beethoven müziği dinletilen Alex bu müziği duyar duymaz hastalanmaya, çıldırmaya başlar. En sonunda dayanamaz ve camdan atlar. Uyandığında kendini hastahanede, başında İçişleri Bakanı ve hastahane görevlileri varken bulur. Bu sefer İçişleri Bakanı onu eski haline döndürdüklerini ve üzerinde çalıştıkları Ludovico projesinden vazgeçtiklerini söyler. Ona dolgun bir maaş sözü vererek basına açık olarak yapacakları açıklamada onlardan tarafa olmasını sağlar. Film bu şekilde, Alex’in zihninden geçirdiği bir seks düşü ile sonlanır. O, artık eskisi gibidir.
ÇÖZÜMLEME
Film, başta kırmızı, arından mavi renkte bir fon üzerinde eser sahibinin ve yapımcı şirketin adının yazılı olduğu bir jenerik ile açımlanır. Jeneriğe filmin genelinde sıkça duyacağımız gerilimli bir müzik eşlik etmektedir.
Fonda özellikle içgörünün, huzurun rengi olan mavi ile coşkunun, heyecanın rengi olan kırmızının kullanımıyla yaratılan zıtlık, gerilimli bir müzik ile de desteklenerek izleyici , filmin kaosuna hazırlandırılır.
Bu kısa jeneriğin ardından siyah fondaki Alex’in baş çekimine yapılan sert geçiş ile izleyici adeta filmin orta yerine fırlatılmış bir halde bulur kendini. Alex’in bakışlarındaki sertlik ve bir gözünde hiç kirpik olmayıp diğer gözünde aşırı uzun kirpiklerin bulunmasının yarattığı tuhaflık ile karakterin dengesizliği ve tehlikeli olduğu enforme edilir. Kamera birkaç saniye bu çekimde sabit bir şekilde durmasının ardından yavaşça geriye doğru fiziksel bir kaydırma yaparak Alex’in çete arkadaşlarının ve bulundukları mekanın sunumu yapılır.
Burada ilk olarak dikkat çeken ; çete arkadaşlarından farklı olarak Alex’in ayaklarını masaya uzatmış , rahat bir tavır takınıyor oluşudur. Alex sanki grubun lideri gibi bir hava sergiler. Ancak filmin devamındada görüleceği üzre tamamen anarşist fikriyatlı bu grupta, liderlik vasfının itham edildiği biri bulunmamaktadır. Ama yinede Alex tüm film boyunca izleyiciye diğerlerinden daha üstün, daha girişken olarak sunulur.
Alex’in rahat duruşunun yanı sıra grup içindeki bu sınıfsal ayrım karakterlerin kostümlerindede gözlenebilir bir durumdadır. Giydikleri beyaz pantolon ve beyaz gömlekleri ile birbirine benzeyen bu dört arkadaşın her birinin şapkası bambaşkadır.
Filmin anakarakteri olan kurnaz ve güçlü Alex’in başında 1900′lü yıllara kadar Londra’lı centilmenlerin kullandığı melon şapka bulunurken, Alex ile grup liderliği konusunda ciddiyetle tartışabilen tek kişi olan Georgie’de genelde hokkabazların kullandığı silindir şapka bulunmaktadır. Bununla birlikte; grupta yaşanan olaylara pek karışmayan, sessizliği ile dikkat çeken Pete’nin başında işçi ve köylü sınıfı ile özdeşleştirilmiş kasket bulunurken, sahip olduğu cüssesi ile grupta Alex’in gücüne tek karşı koyabilecek kişi olmasına rağmen, genelde aptal tavırlarıyla dikkat çeken Dim’de ise başında çok komik duran melon benzeri bir şapka bulunur. Şüphesiz, usta yönetmen yaptığı bu şapka seçimleri ile karakterlerin kişilik betimlemesini yapmış ve grup içindeki eşitsizlik durumunu sergilemiştir.
Kamera aynı planda fiziksel kaydırma ile biraz daha gerilemeye devam ettiğinde mekanın marjinalliği farkedilir. Plastikten yapılmış çıplak kadın mankenlerden masalar, yine aynı mankenlerden mekana serpiştirilmiş içki muslukları, mekanda ellerindeki bardaktan süt benzeri bir sıvıyı içmekte olan garip giyimli Alex ve tayfasının yanı sıra bir köşede hippiler, bir köşede asker, polis, zenciler ve bir başka köşede birbirine benzer elbiseler giymiş çete üyeleri. Kamera yavaşça yapmış olduğu geri kaydırma boyunca tüm bunları seyircinin rahatlıkla görebileceği uzunlukta görünür kılar. Bu betimleyici plan sayesinde filmin distopik bir dünyada gerçekleşmekte olduğu izleyiciye sunulmuş olunur.
Bu uzun giriş planının ardından gölgelerin hakim olduğu klostrobik bir plana geçiş yapılır. Burada Alex ve tayfası köprü altında şarkı söyleyen bir ihtiyara doğru ilerlemektedir. Burada uzun gölgelerin kullanımı ve mekanın klostrofobikliği yaklaşan şiddetin habercisi gibidir ve beklenen olur. Çete üyeleri bu yaşlı ihtiyarı sebepsiz yere tekme tokat döver.
Bu şiddet eyleminin sunulduğu klostrofobik planın ardından Kubrick, kamerasını terkedilmiş bir gazinonun tavanında yer alan peyzaj resminden yavaş bir gerileme ve tilt yaparak gazinonun sahnesinde bir kadına tecavüz eden çete üyelerinin görülebileceği bir  konuma getirir. Bu iki ekstrem sahnenin birbirine bağlanmasında kullanılan güzel peyzaj resmi ile ; çirkin dünya – güzel sanat gibi iki zıt kavramın birlikte sunumu, içinde bulunulan dünyanın kaotikliğini gözler önüne serer.
Planın devamında Alex’in çetesi ile diğer çete arasında gerçekleşen kavga, şiddeti vurgulamak ve heyecanı arttırmak için hızlı kurgu geçişleri ile sunulur. Burada Kubrick’in aksiyon sinemasının inceliklerinede hakim olduğu belirginleşir. Seyircide gerilim ve heyecan yaratmayı gayet başarılı bir şekilde gerçekleştirir.
Bunu izleyen sahnelerde Alex ve arkadaşları sabaha doğru kapısında ”Home” yazılı olan bir evi basar ve evin sahibi olan yazarın gözü önünde Alex, yazarın eşine tecavüz eder. Buraya kadar gerçekleşen tüm şiddet eyleminde birincil uygulayıcı olarak Alex’i görürüz. Çetenin diğer üyeleri sanki Alex’in girişimleri sonucu şiddet uygulamaya güç bulan karakterler gibi betimlenir. Alex grupta tetikleyici konumdadır.
Kubrick tüm bu şiddet sahnelerinde mağdur kişilerin ruhsal durumunu izleyiciye hissettirmek için sık sık geniş açılı objektiflerle çekilmiş öznel çekimlere yer vermiştir. Bu şekilde izleyici filmin genelinde hakim olan perspektiften farklı bir perspektif ile başbaşa bırakılarak şiddete uğrayanın ruhsal çarpıklığı belirginleştirilir.
Gecenin sonuna gelinip Alex evine dönerken kamera uzun bir plan boyunca onu fiziksel kaydırma ile takip eder. Bu kaydırma boyunca Alex, çöplüğü aratmayacak olan bir meydanda ilerler. Bu, Kubrick’in yaratmış olduğu distopik evrenin çirkinliğini vurgulamak için tasarlanmış betimleyici bir sahnedir. Devamında tıpkı gazinodaki tecavüz sahnesine geçişte yapıldığı gibi tekrardan  duvarda çizili duran bir tablonun yakın planından pan yapılarak Alex’in yıkık dökük apartmanının görüntüsüne geçiş sağlanır. Burada amaç yine; çirkin dünya – güzel sanat zıtlığı ve bu zıtlığın bir arada yer aldığı kaotik dünyanın sunumudur.
Alex’in evine gelindiğinde evin iç düzenlemesinde bir post-endüstriyel çağ akımı olan pop art’ın hakim olduğu farkedilir. Farklı desen ve renkte birçok duvar, rengarenk objeler ve bunların yaratmış olduğu sadelikten uzaklık, yapaylık ve kargaşa hali hakimdir eve. Evin içerisinde yalnızca Alex’in odası diğer odalardan sadeliği (alışılmışlığa yakınlığı) ile ayrılmaktadır. Hemde tıpkı para kasalarınınkine benzer bir kapı kilidi ile evin diğer tüm odalarından yalıtılmış bir haldedir bu oda.
Yapmış olduğu bu detaylı iç düzenlemeler ile aslında yönetmen, karakterleri betimlemektedir. Filmin başından bu yana şiddet yanlısı manik bir karakter olarak sunulan Alex, sabah olduğunda gözündeki takma kirpiği çıkarmış, normal bir gence dönüşmüş ve hatta izleyicinin diğer her odadan daha alışık olduğu bir odada uyanmıştır. Artık izleyiciye garip gelen Alex değil, mor saçlı yaşlı annesi, ondan daha genç yaştaki babası ve onların rengarenk ama kargaşaya boğulmuş yaşam alanıdır.
Filmin bu kısmına kadar sunulan kaotik dünya profili ve bu dünyadaki Alex ve arkadaşlarının anarşist tutumu kostüm, makyaj gibi unsurların yanı sıra  kullandıkları dilde de belirir. Çete üyeleri halkın kullanmakta olduğu dili reddedip Rusça kökenli Nadsat dilinde kendi jargonları ile konuşmaktadırlar. Özelliklede Alex, manik depresif kişiliğinin tam tersi ölçüde bir centilmen kadar güzel konuşabilmektedir bu dili.
Filmin geneline hakim olan bu kaotiklik, şiddet ve seks sahnelerine zıt düşecek şekilde kullanılan klasik müzik parçaları ile de sürdürülmeye devam eder. Bu özellikle çetenin kendi arasında kavga ettiği slow motion sahnede doruk noktaya ulaşıcak şekilde sergilenir.
Filmlerinde müzik seçimi konusuna ayrı bir özen gösteren Kubrick, bu filminde de müziği temayı destekleyecek ve hatta kimi yerlerde anlamca görseli aşacak ölçüde yerleştirmiştir. Şiddet tutkunu Alex’in  Beethoven sevgisinin birçok yerde vurgulanışıda buna örnektir. Ve hatta onun şiddet eylemlerine ve düşlerine eşlik eden Beethoven’dan ilham aldığını dahi söyleyebiliriz.
Güzel konuşmayı bildiği kadar güzel müzikten de anlayan Alex için çizdiği bu çelişkili karakter profili ile yönetmen, filmin zaten var olan kargaşasına bir yenisini daha eklemiş bulunur.
İlerleyen sahnelerde yaşlı bir kadını soymaya gittiklerinde Alex, kadının direnmesi sonucu ona eline geçirdiği penis heykeli ile karşılık verir ve kadının ölümüne sebep olur. Bu sırada polis sirenleri duyulur. Arkadaşları ona oyun oynamış, onu ihbar etmişlerdir. Oradan kaçmaya çalışırkende diğer çete üyeleri tarafından başına bir şişe ile vurularak oracıkta bırakılır.
Birbirini ardı sıra izleyen bu sahnelerde ilk olarak göze çarpan; kedileriyle yaşayan, yalnız ve yaşlı kadının evinin duvarlarını dolduran çıplak kadın tabloları oluyor. Kubrick bu tabloları eşi Christiana Kubrick’e filme özel olarak çizdirmekle birlikte bu ana kadar kullandığı çirkin dünya – güzel sanat zıtlığını yaratma kaygısının yanı sıra sanatın hayatımızdaki konumuna da vurgu yapmaya başlıyor.
Güzel ve ideal olana erişme çabası olarak nitelendirilen sanatın; nü olarak, yaşlı kadının yaşam alanının dört bir yanını donatmış olduğunu görüyoruz. Bir köşede durmakta olan erekte penis heykelini Alex’in kurcalaması üzerine telaşlanan ve hiddetlenen yaşlı kadının, eline geçirdiği Beethoven heykelciliği ile Alex’e saldırması ve Alex’inde onu erekte penis heykeli ile öldürmesi bu sahnede izleyiciye sanatın şiddet ile içiçe geçmiş olduğunu bütünüyle sunmaktadır.
Alex’in yakalanması ve ardından hapse atılması ile film, artık suç – ceza ilişkisini ve hapishane sistemini sorgulamaya başlar. Gittiği hapishanede aşırı resmi davranışları ile dikkat çeken gardiyanın üniforması ve jestleri ile Hitler’e benzetilişi ve  suçluların görevlilere yaklaşmasını önlemek için masaların önüne çizilen garip beyaz sınırlar, yönetmenin hapishanelerdeki anlamsız kurallara ve devlet dairelerindeki abartılı resmiyete  yöneltmiş olduğu birer eleştiridir.
Alex buradan kurtulmak için uslu bir çocukmuş gibi davranır. Hapishane rahibinin gözüne girmek için İncil okur ancak okurken düşlediği İsa’nın çektiği acılar değil İsa’ya acı çektirenlerin aldığı hazdır. Yani onun için içsel olarak hiçbir değişim gerçekleşmemiş, aksine o hala eskisi gibi şiddeti arzulayan bir bireydir. Diğer suçluların pazar vaazındaki davranışlarınada baktığımızda değişmeyenin yalnızca Alex olmadığını görüyoruz. Burada yönetmen, hapishane sisteminin birey üzerinde herhangi bir içsel yaptırımı olmadığını, kötülüğü seçenlerin daima kötü olacağını iletmek ister izleyiciye.
Alex buradan Ludovico tekniğine denek olmak koşulu ile iki sene sonra ayrılır. Beynine takılı çeşitli aletlerle, suç görüntüleri ve klasik müzik dinletilerek gerçekleştirilen bu beyin yıkama tekniği hükümetin yaklaşan seçimler öncesi politik çıkarlar doğrultusunda uygulamaya sokmayı düşündüğü bir çalışmadır. Alex’te insana seçme hakkı tanımayan, onu tıpkı bir robota çeviren bu çalışmanın ilk kurbanı olur.
Buraya kadar seyircinin  mesafeli şekilde yaklaştığı Alex, artık mağdur konuma düşmesi ile seyircinin özdeşleşebilmesine olanak tanır bir konuma geçer. Film, asıl sorgulanılmasını istediği ”İnsan iyilik yapma özgürlüğü elinden alınırsa gerçekten iyi bir insan mı olur ?” sorusunu izleyiciye buradan itibaren yöneltmeye başlar ve normale dönen Alex’in klasik müzik eşliğinde düşlediği seks sahnesi ile de sonuca bağlanır.
SONUÇ
Usta yönetmen Kubrick, bu filminde jenerikten filmin sonuna dek; renk, kostüm, makyaj, dekor, ışık, objektif seçimi, kamera hareketi ve kadraj gibi sinemasal anlatım unsurlarını kullanarak distopik ve kaotik bir dünya profili çizmiştir.
Bu çizdiği dünya profilini de oyunculuklar, karmaşık karakter kişilikleri ve zıt anlamlı unsurların birlikte kullanışı ile de güçlendirerek, bugün dahi yanına yaklaşılamayacak
kusursuzlukta bir başyapıt ortaya çıkarmıştır.


Alıntı: Yazı, filmelestirisi.com sitesinden..

MODERN ZAMANLAR

MODERN ZAMANLAR

Yirminci yüzyılın başlarında “modern” üretim tarzları “modern” yaşama biçimlerini doğurmuştur. 1936 yılında Charlie Chaplin tarafından yazılan ve yönetilen Modern Zamanlar, dönemini en iyi anlatan filmlerden biridir. Chaplin namı-değer Şarlo, sessiz filmlerin duyguları daha iyi yansıttığını düşündüğü için bu filmini de sessiz çekmiştir. Çektiği son sessiz film olan Modern Zamanlar’da kapitalist dönemin çalışma ilişkilerini Şarlo tiplemesi aracılığıyla eleştirmiştir.
 Denetim, tüm tarih boyunca yönetimin temel niteliği olmuştur. Bilimsel Yönetim Yaklaşımı yani Taylorizm de denilen sistemde yönetim, en basitinden en karmaşığına kadar her bir emek etkinliğinin gerçekleştirilme tarzı üzerinde denetim elde edilmesini sağlar, bunun aracıdır. Taylorist sistemle birlikte emek süreci, bilimsel iş örgütlenmeleri yöntemleriyle tam denetim altına alınmıştır. Taylor’un bilimsel yönetiminin uygulamadaki örneğini Fordist montaj hattı oluşturmuştur. Bu dönem özellikle tekelci kapitalizmin etkisini artırdığı ve denetimin görünürleştiği bir dönemdir. Taylorist ve Fordist modeller sert ve katı modellerdir. Modern Zamanlar filminin çekildiği tarihlerde, Sanayi Devrimi’nin bir sonucu olarak zaman 24 eşit parçaya bölünmüştür. Tüm toplumsal ilişkiler bu zaman bağlamında ele alınmıştır. Çalışma hayatında duygusallığa yer yoktur. İnsan bir makine gibi ele alınmıştır ve verimlilik en büyük esastır. Her işçi sadece kendine ait işi yapar. İş, son derece uzmanlaşmıştır.
 Modern Zamanlar filmine bakacak olursak film insan ile makine arasında benzeşimlere fazlasıyla dikkat çeker. Makineleşmiş insan yabancılaşmıştır ve sadece sistemin çarklarından biri olarak görülür. Film 1930 yıllarda Büyük Buhran döneminde çekilmiştir. Dönemin kaotik ortamı, açlık, yoksulluk, işsizlik sorunları filmde incelenmiştir. Filmin ilk görüntüsünde büyük bir saat kullanılmıştır. Filmde saatin durmadan ilerleyişi modern zamanların yaklaşmakta olduğuna ve bu yeni dönemde zamanın bireye yönelik baskısına vurgu yapılmaktadır. Film, kitle üretiminin işçileri nasıl tek tipleştirdiği ve makinenin bir uzantısı haline getirdiğine yönelik çok başarılı bir örnektir.
Fordist sistemin temeli verimlilik ve zamandır. Filmde saat görüntüsünden sonra ağılda itişerek ilerleyen kuzuları ve bir fabrikaya vardiyalarına yetişmek için koşturan insanlar görüntüsü peş peşe verilir. Burada modernitenin insanı nasıl ehlileştirdiğini görürüz. Fakat koyun sürüsünün arasında bir tane kara koyun da vardır. Ne kadar tek tipleşme de olsa istisnalar her zaman var olacaktır.
Filmde Fordist üretimin getirdiği bant modeline de eleştiriler vardır. Sistemin robotlaştırdığı çalışanın sadece bir görevi vardır. Mesai saati boyunca bir makine gibi sadece cıvataları sıkması gerekmektedir. Bireyin yabancılaşmasının harikulade anlatıldığı bir sahnedir. Akan hat üzerinde cıvataları sıkma işlemi belli bir ritme sahiptir. Şarlo’nun hapşırmasıyla birlikte bu düzenin bozulması, bant sisteminin karışması sisteme oldukça sağlam, trajikomik bir eleştiridir.
Yemek sahnesine bakacak olursak, öğle yemeği arasında vakit kaybı olmasın diye yönetici kısmı yemek yeme aygıtı ayarlamıştır işçilere. Bu aygıt Şarlo üzerinde test edilir. Yemeğin dahi otomasyonlaştırılması, dönemin verimlilik ve zaman çılgınlığını bir kez daha vurgulamıştır.  Öğle yemeğinden sonra yemekle birlikte geldiği düşünülen enerji ile tempo arttırılmıştır. Şarlo da buna ayak uydurmaya çalışmaktadır. Fakat ayak uyduramaz. Kronometre tutan bir şef başında belirip temposunu arttırmasını istemektedir. Modern üretim tarzının bireye esneklik tanımayan biçimde kurgulanması, dakik zaman kullanımı paranoyası burada da hicvedilmektedir.
Tempoda hattının gerisine düşen Şarlo, hiç çekinmeden kendini makienin içine atarak vahşi kapitalist sistemde “işini yetiştirmek” istemekte bunun için cebelleşmektedir. 
Sürekli monoton bir işi yapmak bireyin üzerinde olumsuz etkiler bırakır. Filmde de bunu anlatan sahneler vardır. Görevi cıvata sıkmak olan Şarlo, iş dışındaki hayatında da sinirsel problemler yaşamaya başlamıştır. Yolda giderken insanları sıkmaya çalışmıştır. Baskıcı yönetimler insanı patolojik bir ruh haline sokmuştur.
 İş arayn Şarlo, gezerken bir kamyonun yere düşürdüğü kırmızı bayrağı yerden alarak düşüren kamyondakilere geri vermek ister. Kamyondakilerin dikkatini çekmek için yerden eline aldığı bayrağı kamyonun arkasından sallar. Ancak tam bu anda bir sendikal eylemin en ön safında kalmıştır. Salladığı bayrakla, önde Şarlo arkasında sendikal eyleme katılan grup, bir süre yürür. Kısa süre sonra polis müdahalesi ve arbede yaşanır. Şarlo tesadüfi olarak eylemin lideri olarak tutuklanır. Bu sahnelerde modern zamanlarda olayların absürt akış hızı vurgulanır, dalga konusu olur.
Şarlo hapishanede azılı, iri yarı bir cani ile aynı hücrede kalır. İkisi arasında kaba kuvvet ile güçsüzün mücadelesi yaşanır. Yine hızla gelişen olaylar Şarlo’yu bir firara engel olması sebebiyle hapishanede kahraman yapmıştır. Hapishanede gösterdiği bu kahramanlıkla beraber özgür olarak salınır. Fakat artık hem özgür hem işsizdir. Bu özgürlüğe tam olarak özgürlük de denemez. Bu sahte özgürlükten kurtulmak için çeşitli suçlar işleyerek tekrar hapishaneye girmek ister.  Burada toplumdan izole olmuş insanların daha sonra tekrar topluma adapte olmasının zor olduğu, adeta tecrite uğradığı vurgulanır.  Yeniden hapishane girmeye çalışırken tanıştığı hırsız kadına aşık olur. Onuna gelecekte birlikte yaşayacakları evi hayal eder. Hayalde evin bahçesindeki ağaçlardan meyveler koparmaktadır. Kahvaltıya oturmak için ineğini çağırır. İnek kendiliğinden gelir, Şarlo’nun ona verdiği kabı kendisi süt ile doldurur. İnekten zorla süt sağmak yerine ineğin kendisinin süt vermesi emeğin zorla üretenin elinden alınması yerine emekçinin isteğiyle vermesinin mutlu dünya çizeceği yorumuyla yapılmaktadır. Bahçede yetişen meyve, ineğin sütü kendiliğinden vermesi küçük bir komin yaşantısını çağrıştırmaktadır. Kahramanın hayalinde mutlu, güzel günler olarak paylaşmanın ve barışın resmi aktarılmaktadır.
Çok sayıda işçi işini kaybetmiş, ancak bir o kadar işçi de hâlâ çalışıyordu. Birçok sanayici servetin tadını sürüyordu. Henry Ford, o dönemlerde dünyanın en zengin adamıydı. Acımasızca ve bazen gerekli olduğundan fabrikalar kapanırken, yeteri kârlı görünmeyen işletmelerin ayakta kalma çabası sırasında kendisi ve ailesi lüks içinde yaşamaya devam ediyorlardı. Makineleşme yabancılaşma, otomasyon, stres, zaman baskısı gibi olumsuz etkileri beraberinde getirmiştir. Çözüm;
                                           İnsan makine el ele hep beraber sevgiye!   
   

                                                      F.T.